Konumuz silahlanma / silahsızlanma , öldürme / yaşatma , savunma / savaşma gibi dual anlamlar içeten bir konuya gelince, Albert Camus’yu ( 1913-1960 ) geçiştirmenin olası olmadığı savındayım.
Camus, Nobel Edebiyet Ödülü ‘nü 1957 ‘de almış en genç ikinci yazar olarak aslında ‘’absurdism ‘’(uyumsuzluk) konusunun isim babası olarak bir filozof olarak nitelenmeyi daha fazla hak etmektedir.
‘’Uyumsuzluk ‘’ temelde insanın yaşamı sorgulaması ve anlamlandırmadır. İnsanoğlu‘nun ‘’ebedi’’ mutluluğu ve yaşamında ‘’ucuz çözümler’’ yoktur. Tezi,bir ‘’deneme’’ olarak yazdığı 1942 ‘de yazdığı ve Gallimard’ın bastığı Le Mythe de Sisyphe(Sisifos Söyleni) (X) eserinde geliştirilmiştir. Sisifos, antik tanrılarca her gün yükseklikten düşüp gelen taşı yerine taşımakla cezalanmıştır. Bu biteviye eylem onu bir yandan yaşamın bir ‘’hiçlik’’ anlamına kavuşturur, öte yandan bu taşı o her gün yerine taşıyarak yaşamını anlamlandırır.Yaşamın anlamı, dünyanın saçmalığını bile bile direnmektir.Bu ana ulaştıktan sonra insan ‘’başkaldırı’’ ile gerçek boyutlarını kazanabilir. Bu zıtlıklar üstünden Camus yaşamı yorumlayamama , rasyonel ve akli nedenlerle yaşam ilkeler geliştirememizle, bizi ‘’ absurd ‘’ kavramıyla buluşturur. Nazi Almanya’sına bir gönüllü olarak savaşmaya gittiği 1940 Avrupa’sında ‘’ absurd ‘’ kavramıyla buluşan Camus burada haklı olarak ‘’ Bu durumda intihar bizim için bir zorunluluk olmaz mı ? ‘’ sorusunu sorar ve buna yekten ‘’ hayır ‘’ cevabını verir. Onun yaklaşımı ‘’ filozofik intahar’’dır ve bu da bize ‘’ çelişkinin yaşanması şansını ‘’ verir. Bu eylemin adı ‘’ absurd halinin onayı ‘’ (acceptance of the absurd ) aşaması olur.
Veba ‘da çocukluk yıllarının geçtiği Cezayir’in Oran kentinin tümünün veba salgını sonrası karantinaya alınmasıyla bir ‘’anlatıcının’’ ağzından – Camus –dile getirilir (XX). Salgın ve salgının bitmesi ve karantinanın kaldırılması arasında 15 aylık süre 5 ana karakter üstünden gerçekleştirilen bir anlatımdır. Burada veba olgusunun ekseninde, insanın en yakınlarının ölümüne bile hissetmemesi , ölümün önce olağanlaşması,sonra sıradanlaşması, sevginin dumura uğraması, kısacası gerçekliğin yitimi ve ‘’saçma ‘’ denilen yeni olgunun yaşanması öne çıkar.Eserin ana izleği, filozofun D. Foe ‘dan ödünç aldığı ve eserin 1.’nci sayfasında ‘’giriş’’ olarak kullandığı ‘’Bir hapsedilmişliği başka bir hapsedilmişlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi bir şeyle göstermek kadar mantığa uygundur ‘’ sözlerinde saklıdır.
Büyüdüğü Cezayir ve yoksul aile ortamında Camus ‘’ mutluluk’’ vetiresi ‘’ doğallık’’la değil, kendi kurallarımızla yaşayarak, kendimizi bulmamızın aracı olacaktır.‘’Absurd’’ olan yakalanmadan ‘’tepki ‘’ geliştirmek mümkün değildir, bu da bize yaşamın anlam desenini ortaya çıkarmamıza yarar.
Doğduğu tarihte Fransa sömürgesi olan Cezayir’de yaşam ztlıklarını yaşayarak serpilen Camus, felsefesinin zihni temellerini Danimarka asıllı filozof Soren Kiekergaard ‘ın ( XXX ) 1849’da yazdığı eserden almıştır. Kiekergaard’ın ‘’absurd’’ kavramına ulaşması aşamasından sonra tinsel bir dünyada ‘’ çözüm ‘’ aramasına karşılık, Camus için bu ‘’ uyumsuz olanın yaşanmasıyla en geniş bağımsızlığa ulaşma ‘’ olur.Anlam ve değer mantıksal olarak yaratılabilir, çünkü yaşamın içsel/doğal bir anlamı yoktur. Bu aşama bireye anlam yaratan projelere –eylem deyimini kullanmaktan Camus kaçınmaktadır- girişme bilincini yükler. Bu bireyin anlam inşa sürecidir.
Camus’da hep bir düalizm vardır ve bu düalizm yaşam X ölüm , karanlık X aydınlık kavramlarıyla hep atbaşı gider.Adeta Hegel’in(1770-1831) yazdığı ‘’Science of Logic ‘’de(1816) (XXXX)vurguladığı gibi mantık bilimi ‘’önceki metafiziğin yerini alır ‘’.Artık mantık diyalektiğin özdeşidir ve düşünme, olma eylemiyle birliktedir, tek parçadır.J. Fichte’deki sentez tezin ancak antitezi geliştirmesiyle erişilecek bir konumdur.Orjiniyle irdelenecek olursak bu konum İ. Kant’ın ‘’Pratik Usun Eleştirisi ‘’nde ( 1781 ) ( XXXXX) dediği şekliyle ‘’ sentetik yargı olamaz ‘’halidir. Bu diyalektik bütünlük, sonuçta K. Marx’ın felsefesinin özünü oluşturacak ve ‘’Felsefenin Sefaletinde ‘’ (1847) adını ‘’diyalektik materyalizm’’ verdiği olguya ulaşacaktır Marx’a göre gerçeklik dünyanın yeniden yorumlanmasından çok ‘’ dünyanın değiştirilmesi‘’dir ve bu kuşkusuz insana yeni gerçekliği bulduracak Camus’ün ‘’ absurdizm ‘’ kavramından çok uzak bir haldir.
Camus’dan kıssadan hisse çıkararak, savaşa, savaş aletlerine, savaş ortamına,savaş kışkırtıcılığına karşı çıkmadan ‘’ Sisyifus’’da odakladığı insan öznesinin kendi başına ve doğaçlama olarak yaşam tatminini bulması mümkün değildir, çünkü öyle bir şey yoktur. Camus‘un absurdizmi, insanı ‘’ yokoluş ‘’ anına kadar barışsever olmaktan öte, barışın nesnel ortamını inşa edecek bir ‘’ barış projesi misyoneri’’ yapmaya davet etmektedir.
Genç yaştaki trajik ölümüyle Camus’ün absurdism bir düşünsel akım olarak verimli tartışma ortamından uzaklaşmış olsa da, bu akımdan esinlenen ‘’ absurd tiyatro ‘’‘nun anlamlı temsicileri S. Beckett (XXXXX),(XXXXXX) F. Dürrenmatt,( XXXXXXX) oyun düzenlerinde ‘’ insanı ‘’ sert ve çarpıcı olgularla buluşturarak, bireysel mutluluğun olmazlığını, ancak varoluş nedeninin ‘’saçmalık’’ olduğunun keşfiyle anlamlandırılabileceği izlenimini verirler. Toplumsal mutluluğun inşa edilebileceği izleğiyle insana barışı / huzuru inşa etmenin bir misyon görevi olduğu mesajını iletirler.Yeter ki gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşılsın…
Savaşa,silaha, baskıya, totaliterizme yaşamı boyunca hep kafa tutan ve Avrupa bütünleşmesinin soluksuz bir savunmanı olan Camus’un kısa ancak anlamlı yaşamı, sivil duruşun öncelikle sorgulayan, sonra da bunun pratiğini ( praxis) yerine getiren bir duruş gerektirdiğini söylemektedir.
O, bir ‘’ karamsar ‘’ olmaktan çok, dünya hallerini ‘’ tabula rasa ‘’ ( sil baştan ) yapmaya dönük bir düşün ve eylem insanıdır. Dönemdaşı J.P. Sartre’nin cenaze töreninde onu nitelemek için kullandığı deyimle ‘’o inatçı bir hümanist’’ dir.
Savaşan dünyaya karşı çıkan bu praxis, Camus‘un yalın sözleriyle ‘’ Sadece suça ortak olarak yaşıyoruz ‘’ saptamasını da tersyüz etmemize olanak sağlamaktadır.
Ölümünün 60.yılı olan 2020’da, O, anılmayı fazlasıyla hak ediyor…
——————————-
X A. Camus, Sisifos Söylencesi,çev. Tahsin Yücel,Can yay.,15. Baskı ,2010
XX A. Camus,Veba,çev. Nedret Tanyolaç Öztokat, Can yay, 15.baskı
XXX S. Kiekergaard, The Sickness Unto Death,Princeton Uni. Press,1983
XXXX F. Hegel,Mantık Bilimi,çev.Aziz Yardımlı,İdea yay,4. Baskı,2014
XXXXX İ.Kant,Pratik Usun Eleştirisi,çev.İsmet Zeki Eyüpoğlu,Say yay, 2013
XXXXXX S. Beckett,Godot’yu Beklerken ,çev. U. Ün-T.Günersel , Kabalcı yay, 4. Baskı ,2012
XXXXXXX A. Yüksel ,S.Beckett Tiyatrosu ,Dünya Kitapları,2006
XXXXXXXX F. Dürrrenmatt,Duruşma Gecesi,çev. Kasım Eğit, Can yay.
=================
HUKUKÇU ÖZENÇ AFACAN’ın YORUMU / 3.05.2020 Albert Camus her filozof gibi yaşadığı dönemden etkilense de onun felsefesini evrensel kılan bazı noktalar vardır. Yabancı romanındaki “uyumsuz” olma kavramı, kendini bu dünyaya yabancılaşmış olarak bulan insanı açıklar. Yabancılaşma kavramı Sanayi Devrimi ve endüstrileşme ile ortaya çıkmıştır. Kökenleri Hegel’in diyalektik düşüncesinde yatar. Marx kavramı emeğin ürettiği metasına, insanın dünyaya karşı yabancılaşması olarak görür, Marx’ta kavram emekçinin üretim sürecinde “baş aşağı durması” olarak nitelenebilir. Camus ile Marx aynı noktalardan yola çıkıp farklı sonuçlara varırlar. Camus’da yabancılaşmış insan uyumsuzdur, evrende yeri yurdu yoktur. Bağlanamaz, inanamaz; düşünür, eyleyemez. Camus böylece “saçma” kavramına varır. Camus’nun düşüncesini 1930-40’lı yıllarda biçimlendirdiği düşünülürse dönemin birçok düşünürü gibi savaştan ve etkilerinden şaşkına dönmüş olması saçma kavramının bağlamını gösterir. Sisyphos sonsuza kadar kayayı zirveye çıkarmakla yükümlüydü; Dostoyevski’nin Ölüler Evinden Anılar romanında Sibirya’daki mahkumlar cezalarının parçası olarak zorunlu çalışmaya mahkum edilmişlerdi, çalışmanın hiçbir ekonomik değeri olmadığı gibi mahkumlar bunun farkındaydı da. Saçma doğayla, tarihle, toplumla uyumsuz olan yabancılaşmış ama yabanileşmemiş insanın doğaya, tarihe, topluma verdiği cevaptır, sonsuz bir kahkahadır. Camus böylece başkaldırmaya ulaşır. Marx’taki üretim araçlarının ve tarihin diyalektik çözümlenişi ve kapitalizmden sosyalizme geçişin “bilimsel”zorunluluğu Camus’da metafizik efendi-köle diyalektiğine dönüşür. Başkaldıran insan kimdir? Romantik züppe mi, devrimci işçi mi, anarşist mi? Başkaldıran insan efendi olmak isteyen kölenin efendi olmadan önceki halidir. Marx sosyalist devrim yoluyla tarihin sona ereceğini, insanın yabancılaşmasının biteceğini ve proleteryanın devrimci zaferini öngörmüştü. Camus ise bize ister ussal ister usdışı olsun her türlü devrimin sonunun efendisini öldüren kölenin yeni efendi olmasıyla sonuçlanacağını göstermiştir. “Kral öldü, yaşasın kral.” Çünkü Camus’nun da dediği gibi yıkmak kolay yapmak zordur. O başkaldırıyı köle ayaklanmalarında görür, işçi hareketlerinde bulur. Genel oy hakkı ve adaletli bir toplum için mücadele edenler onun başkaldırmışlarıdır, Stalin ya da Hitler’in köleleri değil. Camus’nun başkaldıran insanı Hegel’in efendi-köle diyalektiğine verilmiş bir cevaptır: Efendisiz ve kölesiz bir hayat için başkaldırır
No Comment! Be the first one.